Nazım Hikmet Richard Dikbaş
1973’te İngiltere, Leeds’de doğdu / Türkiye, İstanbul’da yaşıyor
Jens Hoffmann (JH): Bienaller malzeme olarak çizim yerine genellikle büyük ölçekli, görkemli yapıtlara öncelik verirler. Çizimlerinizde ilgimi çeken, Türkiye’nin toplumsal gerçekliklerinden bahseden bir alt metinle paralel giden olağanüstü bir samimiyet ve içerdikleri biçimsel çok yönlülük. Yine de, nereden gelmiş olursa olsun izleyici tarafından kolayca anlaşılabiliyorlar.
Nazım Hikmet Richard Dikbaş (NHRD): İçinde yaşadığımız çeşitli farklı ortamlarda duyarlı bir gözlemci olmaya ya da şair Gülten Akın’ın sözleriyle “durup ince şeyleri anlamaya” çalışıyorum. Bu başta kulağa malumu ilam gibi gelebilir, ama aslında gözlem sürecini yavaşlatmaya ve algılama ve kavrayışın gerçekleşme hızına müdahale etmeye yönelik bir girişimdir.
JH: Çizimleriniz, biz izleyicilere yalnızca bazı kısımları sunulmuş parçalı bir hikaye gibi, daha büyük olaylara ait anlık görüntülermiş gibi geliyor bana.
NHRD: İnsanların -dille, jestlerle, başkalarıyla birlikte- nasıl tavırlar sergilediklerine bakıyorum ve iletişimdeki boşlukları, sessizlik anlarını, tekrarlanan havadan sudan lafları, doğrudan tanımlanabilir hislere karşılık gelmeyen ifadeleri, Paul Ricoeur’ün tabirinden hareketle belki de günlük anlamın artıkları diye adlandırılabilecek şeyleri görmeye çalışıyorum. Diğerleri gibi sıradan birer nesne olarak, kendi özel dünyalarında yaşayıp giden birer primatolarak insanların temelde nasıl olduklarını yakalamaya çalışıyorum. Ayrıca onları yaş, toplumsal konum, günün hangi saatinde olduğumuz ve fotoğraf, film, çizim ve resimle görünümleri yeniden üretildiğinde tiplerinin nasıl değiştiği gibi bakımlardan, daha ayrıntılı düzeylerde de gözlemliyorum. En kolayı bunu çevremdeki insanlara uygulamak ve bu durum elbette bağımsız gözlemci konumunu sürekli karmaşıklaştırıyor. Sık sık bu durumların pek çoğuna kör veya sağır kaldığımızı hissediyorum. Tanıdığım insanları veya farklı ortamlarda karşılaşmış olduğum figür veya yüzleri andırabilen karakterler için yeni senaryolar, hikayeler, monologlar, diyaloglar ve düşünce süreçleri yaratma yoluyla bu çoğunlukla belgelenmemiş alana girmeye çalışıyorum. Onlar için yeni roller belirliyorum ve cesaret, açık sözlülük, kayıtsızlık veya belki de utangaçlık, içedönüklük ya da suçluluk hisleri açısından yeni seviyeler oluşturuyorum ki kurallı etkileşimin katı yüzeyi kırılabilsin.
JH: Yapıtınızın siyasi yönlerinden bahseder misiniz?
NHRD: Gülten Akın’ın konuşmamızın başında alıntıladığım şiiri yazdığı 1971 yılından bu yana Türkiye’de temel toplumsal gerçeklerde pek bir değişiklik olmadı. Çoğunluğun uyguladığı baskı ve ayrımcılık karşısında, farklı düşünce ve yaşam şekilleri arz etmeleri bakımından burada birlikte tanımladığım pek çok azınlıkta bugün belki daha kuvvetli bir bilinç söz konusu. Sanatçılar olarak kendimizi, iktidarın toplumsal yaşamın tüm katmanlarına sızmış, yüksek sesle ilan ettiği bildirilerine karşı dururken buluyoruz; fakat bunu yaparken, benzer şekilde şişirilmiş ve aşırı yüklü bir söylem üretme tuzağına düşmemek gerekiyor.