Nicolás Bacal
1985’te Arjantin, Buenos Aires’te doğdu / Arjantin, Buenos Aires’te yaşıyor
Jens Hoffmann (JH): Felix GonzalezTorres’in yapıtları, 1980’lerde doğup Arjantin’de büyümüş bir sanatçı için ne ifade ediyor?
Nicolás Bacal (NB): GonzalezTorres’in yapıtlarıyla ilk kez 2003 veya 2004 yıllarında karşılaştım. Kendisi öleli 10 yıl olmuştu, ben ise 20 yaşındaydım. Müzisyen olmaya yönelik ilk hevesim yerini sanatçı olma isteğine bırakmaya başlamıştı. Minimalizmle ve minimalizmin son derece karmaşık ve şiirsel olabilmesiyle ilgileniyordum. Küçük ayrıntılar her şeydi. “İsimsiz” (Mükemmel Aşıklar) (1991) adlı yapıtını gördüğümde Gonzalez-Torres’in çalışmaları benim için gerçekten de anlamlı hale geldi.
JH: İstanbul Bienali’ndeki yapıtınız bizzat söz konusu yapıtla oynuyor.
NB: Bence Gonzalez-Torres’in en büyüleyici yapıtlarındandır. Zamanı ontolojik bir sorun olarak inceleyerek çok derin bir biçimde ilişkilerden bahseder. Zamanın varoluşsal özellikleri bakımından belki daha çocukça bir yaklaşıma sahip olan benim yapıtım ise aşkın idealleştirilmesini konu alıyor. Önce saati ve dakikaları gösteren akrep ve yelkovanı kaldırdım ve tam zamanı değil, zamanın geçişini göstermek üzere yalnızca saniye ibresini bıraktım. Sonra saat kadranının kenarlarına vos (yalnızca Arjantin genelinde kullanılan İspanyolca “sen”) sözcüğünü yazdım.
JH: Sanatçı olmaya karar vermeden önce müzisyenlik kariyeri düşündüğünüzden bahsettiniz. Müzik ve zaman arasında ilginç bağlantılar var.
NB: Karlheinz Stockhausen bir zamanlar müzik hakkında ilginç bir şey söylemişti: Müzik, dinleyi- cinin zamanı farklı hızlarda algılamasını sağlayan bir etkinlik olarak düşünülebilirdi. Yani beste, zaman algımızın hızlanma ve yavaşlama eğrisinin tasarımıdır. Fazla değişiklik gösteren müzik yapıları hızlanma olarak algılanacaktır. Daha durağan olanlar ise yavaşlama şeklinde algılanacaktır. Bu durumda tekrarlar da donma noktaları ola- caktır. Zamanı dondurmak ile aşk kavramları arasında bir ilişki kurmak istiyorum. Bence aşık olmak, biz insanlar için zamanı durdurma hissine en çok yaklaşabildiğimiz deneyim. Bu fikri temsil etmenin en iyi yolunun Stockhausen’in kastettiği anlamda bir tekrar olduğunu düşündüm. Yapıt gülünç olacak denli romantik bir şey, ya da “sen” sözcüğünü sonsuza dek her saniye tekrar eden epik bir hareketin temsili, ya da hatta zamanı sıkıştırıp evde kullanılan bir nesnenin sınırları içinde alıkoyma çabası olarak bile görülebilir.
JH: Yapıtın adı nedir ve onu İstanbul’da nasıl sergilemeyi planlıyorsunuz?
NB: Yapıtı ilk kez 2010 yılı sonunda sergilediğimde bir adı yoktu. Bir ay önce, bienalde yer almasına yönelik konuşmamızdan sonra, onu Senden Sonra Uzam-Zamanın Geometrisi (La geometría del espacio tiempo después de vos) diye adlandırmaya karar verdim. Sergi alanının tümünde farklı yerlere pek çok saat yerleştirmek gibi bir fikir söz konusu. Tekrar kavramını vurgulayacağım ve fabrika işi saatlere benzemelerini sağlayacağım.