görsel | metin

Francisco Tropa
1968’de Portekiz, Lizbon’da doğdu / Portekiz, Lizbon’da yaşıyor

Adriano Pedrosa (AP): Bienaldeki  en lirik çalışmalar sizinki. İkilik,  simetri ve ölüm temalarıyla ilgileniyoruz.

Francisco Tropa (FT): Ölümün,  her şeyin ve tüm sanatsal çalışmaların kaynaklandığı temel olduğuna inanıyorum. Hatta ölümün, bu  gizli eşiğin işareti ya da bu geçişin kutlanışı anlamında, sanatın tarih öncesi çağlardaki temelinde bile var olduğunu; zaman içinde dini inançların da eklenmesiyle sanat nesnesine, iki dünya arasında ebedi uzlaşmacılık rolünün biçildiğini düşünüyorum. Aleni bir ironiden öte, heykeldeki boyut kullanımına gönderme yapan adıyla Dev (Gigante) başlıklı çalışmada, aynı namevcut orijinale dayanan, bronzdan dökme iki birbirine eş iskeleti yere yerleştiriyorum. Esasında, burada bir bütün olarak ortaya çıkan ikili figür, doğal unsurlarda daima bulunan belli bir teklik anlayışını yok ediyor. Bu çifte suret, vücudu uzaklaşırken bakışları yaklaşan izleyicinin yorumlarında çeşitliliğe olanak sağlıyor. İnsan vücudunun parçaları henüz birleştirilmemiş mimarisiyle karşı karşıya olabiliriz, mesela bir kemik öbeğiyle.

AP: İkilik, simetri ve ölüm Felix Gonzalez-Torres’in İsimsiz (Mükemmel Aşıklar) (1991) ve İsimsiz (Alice B. Toklas ve Gertrude Stein’ın Mezarı, Paris) (1992) adlı çalışmalarını anımsatıyor.

FT: Bu benzetmeyi kesinlikle yapabiliriz; iki nesnenin olası mecazi yorumu bakımından yeterince ortak özellik mevcut. Arkaik ve himayeci bir şekilde tüm bu referanslara sahip başka bir yapı daha aklıma geliyor: Beraber gömülmüş ölü bir çifti betimleyen bir mezar heykeli. Paris yakınlarındaki Kralların Mezarı olarak da bilinen Saint Denis Katedrali, bu tip heykel gruplarının harika örneklerine sahip. Aralarında Catherine de Medici ve II. Henri’nin mezarları örnek gösterilebilir.

AP: Yansıtılan kuş tüyü görüntüsü, bazı diğer çalışmalarınızdakinden daha romantik bir hava yaratıyor.

FT:  Burada bir tüy görüntüsüyle, büyütülmüş bir tüy imgesiyle, bir dirhem nefesle, yani bir çeşit melankoliyi açığa vuran göndermelerle karşı karşıyayız. Ben bu fikrin en çok da izleyicinin benimseyebileceği tavır açısından geçerli olduğunu düşünüyorum, çünkü nihayetinde belki de canlı bir varlık olarak ortamı değerlendiren izleyici, bu ruh halini en iyi biçimde ete kemiğe büründürendir. İmgenin tamamı oradan geçen her kim olursa olsun, ona sunuluyor. Ona her kim bakarsa, o gözlemciyi de gözlemler. Yansıyan imgenin bizi konumlandırdığını bile söyleyebilirim.