görsel | metin

Milena Bonilla
1975’te Kolombiya, Bogotá’da doğdu / Hollanda, Amsterdam’da yaşıyor

Adriano Pedrosa (AP): İstanbul’da sergilenen yapıtlarınızda Karl Marx’a ve mirasına ilişkin çözümlenmemiş bir değerlendirme söz konusu gibi gözüküyor.

Milena Bonilla (MB): Hepsi farklı şekillerde hazırlandı, fakat ortak bir yanları bulunuyor, o da boşluk hissi. Kapital/Solak Elyazması (Lüks Versiyon) (El Capital/Manuscrito Siniestro (Version lujo), 2008) adlı yapıtta yazı faaliyetinin pek çok anlamı bulunmakta. Fakat en önemlisi, kitabı gerçekten okumanın imkansız olması, çünkü sağ elini kullanan bir kişi tarafından sol elle yazıldı. Bu “aykırı/solak” yazma uğraşı, yazı yazmayı öğrenirken sol elin kullanılmasına karşı olan eski tarz ortopedik yasağın rövanşını alıyor. Kitabımda yazı hareketinin istikrarsız akışı, zorunlu bir özümseme ve kopyalama işleminin sonucu. Hayali bir farklılaştırmanın ürünü olan öğrenme ve uygulama arasındaki uçuruma ve siyasi gündemler içinde bilginin bir meta olarak araçsallaştırılmasına işaret ediyor bir bakıma. Tamamen işe yaramaz, okunmaz bir Kapital versiyonu yapmak onu askıya alıyor. Kitabın üç versiyonunu hazırladım ve sergileyecek olduğum versiyonda, anlaşılmaz içerik ile gösterişli biçim arasında bir gerilim bulunuyor. Ciddi miktarda el emeği ürünü, “içeriksiz” bir sanat yapıtı.

AP: Peki Sağır Taş (2009) adlı video?

MB: Bu boşluğu daha dolaysız bir şekilde ele alıyor. Marx’ın mezarına bir müdahalede bulunmak istedim ve şu an yattığı yerin 1883’te ilk gömüldüğü yer olmadığını öğrendim. Londra’nın Highgate bölgesindeki ilk mezar yerine gittim. Oradaki bir taş üzerinde, Marx’ın artık Highgate mezarlığının bir anıt inşa edilmiş ön kısmında olduğuna dair bir açıklama yazılıydı. Araştırmamda bazı ironik unsurlar ortaya çıktı. İngiltere Parlamentosu’na ait 1956 tarihli bir belgede, bir kadın, yeni Marx anıtının açılışından ötürü kocasının mezarını ziyaret edemediğini iddia ediyor ve “Marx’ın son istirahat yeri özel bir şirkete mi ait ki?” gibi şeyler diyor. Daha sonra Alexander Kluge’nin Marx ve Sergey Ayzenştayn hakkındaki belgesel filmini izledim. Marx’ın yerinin asla değiştirilmediğine ve sözde mezarın da bu yüzden hala boş ve temiz tutulduğuna dair bir spekülasyon içeriyordu. Bütün bu hikayeler tarih ve ideolojiye dair yaygın, doğruluğu sorgulanamaz kavramlarla dalga geçiyor sanki. Fakat yine de eski mezar yeri bir yalanlama veya Marx’ın karşı anıtı gibi gözükmekte. Sonunda mezarlıkta iki işlem yaptım. Öncelikle, orada bulunan taşta kazılı yazıların üstüne kağıt koyup kalemle karalayarak yazıların gerçek boyutta kopyasını çıkardım, bu da taşın “gerçek” fiziksel varlığını perdelemiş oldu. Boşaltılmış bir mekanın hayaletsi imgesidir bu. Video olan ikinci yapıt ise, taşı parçalar halinde gösteriyor, asla tümü görülmüyor. Taş zaten bir yalanlama, bir karşı anıt olduğundan, iki işlemi birlikte değerlendirdiğimde bu çifte değillemeyle bir nevi bütünlük oluştuğunu düşündüm. Yapıtı putkırıcı bir çalışma olarak görüyorum, aynı zamanda Marx imgesine dair tali bir hikaye, onun ideolojik olarak olağanüstü hale getirilmesine ilişkin bir yorum.