görsel | metin

Taysir Batniji
1966’da Filistin, Gazze’de doğdu / Fransa, Paris’te yaşıyor

Adriano Pedrosa (AP): İstanbul’da sergileyeceğiniz Babalar (2006) başlıklı fotoğraf serisinden biraz bahsedebilir misiniz?

Taysir Batniji (TB): Babalar Gazze’deki dükkan, kahve, fabrika ve benzeri iş alanlarında çekilen 34 portreden oluşan bir fotoğraf serisi. “Dükkanın ustası”nın (dükkanı kuran, vefat etmiş baba ya da nadiren, mevcut dükkan sahibi) çerçeveli portreleri tezgahın hemen arkasında duvara asılı, raflarda sergileniyor ya da ürünler arasına saklanmış. Dükkan sahipleri tarafından yerleştirilen bu resimler bir dizi (Walker Evans’ın tabiriyle) “bilinçdışı kompozis-yon” oluşturuyor. Babalar adlı seri, kaybolma durumunu temsil eden, mevcut yokluk ya da yokluğun varlığı gibi bir “arada kalmışlık” durumuna (ya da durumsuzluğa) olan kişisel ilgimin bir parçası. “Baba” imgesi ve kadraj ile sınırlı fotoğraf alanını oluşturan unsurlar (resim içinde resim) arasında yaratılan bağ, bazı açılardan, bağlamsal ortam ile o yerin tarihi, hatta daha geniş anlamda tarih ve güncel olaylar arasında bir ilişki kurma çabasından ibaret. Diğer merak ettiğim konu ise kişisel ve kamusal alanlar arasındaki etkileşim: Kişisel bir “anıt” olarak “baba” portresi, aileye göndermeler, toplumsal açıdan aile reisini hatırlatma ve o işyerinin soyuna ait kamusal (kolektif) bellek; yaşayan bir alan olarak (içeriden) ve ortak, gündelik ve sürekli bir paylaşım alanı olarak (dışarıdan) dükkan. Bu iki boyut arasındaki sınır geçirgen, elle tutulamaz ve müphem; ne umumi ne de hususi, arada bir yer.

AP: Gözcü Kuleleri (2008) de bu arada olma halinden bahsediyor.

TB: Gözcü Kuleleri adlı serinin fikri, 2004-2005 sezonunda Paris’te sergilenen Bernd ve Hilla Becher’in fotoğraf retrospektifi sırasında aklıma geldi. Özellikle onların su kuleleri ile İsrail’deki gözcü kuleleri arasındaki biçimsel benzerlikler ilgimi çekti. 1950’lerin sonlarında Avrupa’daki sanayi sonrası mirası belgeleyen Becher’lerin tarzıyla, ben de Batı şeria’daki gözcü noktalarının tipolojisini belirlemeye, bu savaş mimarisi ürünlerini tanımlamayaçalıştım. Bir yanılsama yaratmak istedim, bir nevi Truva Atı. İzleyici bu imgelerle karşı karşıya geldiğinde, yaratıcıları hakkında düşünmeye başlıyor. Ama daha dikkatli bakıldığında, ne Alman fotoğrafçıların ileri tekniğinin ne de su kulelerinin söz konusu olduğu fark ediliyor. Görevlendirdiğim Filistinli bir fotoğrafçının çektiği (Gazze’de doğmuş biri olarak Batı şeria’ya girme hakkım yok) bu karelerin içerdiği tehlike, bazı unsurlarda görülebiliyor: Bulanıklık, patlayan ışıklar, beceriksiz kadrajlarkötü ışık... Böyle bir bölgede Becher’lerinki gibi ağır teçhizatın kurulması, doğru ışığı yakalamak için günlerce beklemek, pozu yakalamak için zaman harcamak imkansız. Estetikleştirme şansı yok. Askeri binaları, heykel ya da miras olarak kabul etmek mümkün değil.

AP: Her ikisi de tarihten ve belirli bir kültür ya da durumdan bahsediyor, ama biri daha kişisel, şefkatli bir açıdan, diğeri ise daha acımasız.

TB: İşte tam da bu sebeple, bu dolaysız “sertlik” durumunu etkisiz hale getirmek için kendim ile Gözcü Kuleleri arasına iki aracı koydum (Becher’ler ve görevlendirdiğim fotoğrafçı).