görsel | metin

"İsimsiz" (Pasaport)

Felix Gonzalez-Torres'in "İsimsiz" (Pasaport #II) (1993) başlıklı çalışması, her biri fırtınalı bir gökyüzünde süzülen kuş imgesiyle süslenmiş çok sayıda kitapçığın üst üste durduğu bir desteden oluşuyor. Bu çalışma elle tutulabilir bir pasaport kadar, seyahat ve yabancılık gibi soyut kavramlara da değiniyor. Kuşun uçuşu, harekete ve özgürlüğe erişmesi, yolunu zorlaştıracak gibi görünen karanlık bulutlara rağmen çabasız duruyor. Bu pasaport, sahibinin cinsiyetini, yaşını, adresini ya da vatandaşlık bilgilerini içermiyor. Belirlenmiş ve bu sebeple sınırlanmış bir kimlikten ziyade, daha genel bir varoluş hissini öne çıkarıyor. Bir hükümet tarafından verilmiş, ferdileştirilmiş bir pasaport yerine, insanlığı ve evrenselliği temsil ediyor. Burada sanatçı, belgelemenin kısıtlarının ötesinde sınırsızlık olduğunu vurguluyor.

Gonzalez-Torres, sınırları aşmanın zorluğunu ve ufkun genişlemesinin güzelliğini şahsen iyi bilen biriydi. Küba'da doğan sanatçı, 1979'da New York'a yerleşmeden önce Porto Riko'da yaşadı. Seyahat etmek ve zaman ve uzamda yolculuklar sanatçının tüm yapıtlarında var olan temalardır. "İsimsiz" (Pasaport #II) ulusal ve toplumsal kimliklerin hiçbir zaman sabit olmadığı ve sürekli yaratılmakta olduğu, bir yerden ayrılma ve yeni bir yere girme eyleminin daimi bir süreç olduğu şairane bir uzamdan bahsetmektedir.

20. yüzyıl ortasının popüler anlayışındaki rahat, lüks ve özgürleştirici yolcu uçaklarıyla seyahat kavramı, zaman içinde giderek bozulmuş, 11 Eylül 2001 olaylarından itibaren de tamamen altüst olmuş bulunuyor. Pasaport, özgürlük ve fırsat ile olan bağlarını kaybetti ve artık kısıtlanma ve ayrımcılık ile ilişkilendiriliyor. Eskiden yeni bir yere açılan kapı olan havaalanı ise artık bir yasaklar ve korku mahalli. Artırılan güvenlik önlemleri, kırmızı alarmlar, terörist tehditleri seyahatin doğasını artık tamamen değiştirmiş durumda. Artık birçok ülke sınırı, insanların dışarıda (ya da içeride) tutulduğu geçirimsiz yerler. "İsimsiz" (Pasaport #II) siyasi ve ideolojik sınırların kaldırıldığı, kesintisiz yolculuğun mümkün olduğu bir dünyaya özlem ifade ediyor.

Ülke sınırları, insanların isteği üzerine belirlenerek çizilmiş sonu belli olan çizgilerdir. Her zaman savaşların temel kaynağı ve öfke dolu dışlanma hislerinin sebebi olmuştur. "İsimsiz" (Pasaport) sergisindeki çoğu sanatçı, kabul edilmiş dünya haritasındaki mevcut sınıflandırmaları tekrar düzenleyerek, seyircinin bakış açısını değiştirmeyi hedeflemektedir. Buradaki çalışmalar, milli kimlik, sınırı izinsiz geçme, haritalama, devletlik, ekonomik göç ve siyasi ve kültürel yabancılaşma konularına değinmektedir.

Antonio Dias'ın Kendiniz Yapın: Özgürlük Alanı (1968), yoruma açık bir düzeni ima ediyor. Bir alan beyaz, açık bir ızgara sistemiyle belirlenmiş, yanında da yapıtın adı yazıyor, başka bir talimat yok. Katı sınırları olan bir alanın aksine, izleyiciler tanımlanmış uzamı kolayca katediyor, kendilerince birtakım sonuçlar çıkarmak da onlara düşüyor.

Adriana Varejão'nun Olumsal (Contingente, 2000) başlıklı fotoğrafı, dünyayı bu kez insani boyutta gösteriyor. Burada, su renklerinde bir arka planın önünde, üzerinden equador ("ekvator") kelimesiyle birlikte kırmızı bir çizginin geçtiği bir el yer alıyor. Bu haritada, bireyin vücudu, yabancılaşmış bir istatistikten ziyade bir kıta oluşturarak, yarattığımız gerçeklikten sorumlu olduğumuzu öngörüyor. Hank Willis Thomas'ın Yuva Denilebilecek Bir Yer (AfrikaAmerika) (2009) başlıklı yerleştirmesi de, bireysel kimlikten bahseden, özel tasarlanmış bir harita. Burada, Afrika ve Amerika kıtaları tekrar yapılandırılarak Afrika-Amerika adı altında birleştiriliyor ve böylece farklı bir Afrika diaspora tarihi öngörülüyor.

Jorge Macchi'nin Deniz Manzarası (2006) adlı yapıtı, karmaşık çağrışımları olan, geleneksel bir deniz manzarası resmi. Sanatçı bu yapıt için bir dünya haritası üzerinde makas ve boya kullanıyor. Tüm kuzey yarımküreyi ortadan kaldırıyor ve ekvator çizgisinin altındaki alanın tamamını su mavisine boyuyor. Amerika ve Avrupa, güneyden göç edenler için uzun zamandır imkanlar diyarı olarak algılanıyor. Macchi, güneyi açık deniz, kuzeyi de sonsuz ve bomboş bir gökyüzü olarak göstererek, alt yarımküreden üst yarımküreye yapılan, çoğu zaman da tehlikeli ve onca çileye değmeyen yolculuğa dikkat çekiyor. Joaquín Torres García'nın Güney Amerika'yı 180 derece döndüren Tepetaklak Amerika (América Invertida, 1943) başlıklı haritası da baskın coğrafi paradigmayı sorguluyor. Bu ütopik bakış açısında, seyir halindeki geminin de simgelediği gibi, Güney Amerika insanların can havliyle ulaşmaya çalıştığı imkanlar diyarı olarak gösteriliyor.

Kirsten Pieroth'un Dünya Haritası (Weltkarte, 2003) adlı yapıtı, sanatçının haritaları keserek ülkeleri birbirinden ayırdığı ve daha sonra kendi sınıflandırma sistemine göre (burada boyutlarına göre) tekrar düzenlediği bir serinin parçası. Mona Hatoum da haritalı halılar dokuyarak dünya haritasını yansıtıyor, ama onun haritaları ülkelerin siyasi sınırlarından ziyade fiziki kara kütlelerine odaklanıyor. Beluci (çok renkli) (2008) ve Afgan (siyah kırmızı) (2009) başlıklı şaşaalı halılarında Hatoum, malzemenin bir kısmını sökerek dünya haritaları sunuyor; bu zengin ve karmaşık desenli halılarda, kıtalar havı dökülmüş kısımlar oluyor. Hatoum'un halıları, yaygın kullanılan Mercator harita sistemindense, 1973'te hazırlanan ve kıta kütlelerini gerçek ölçüleriyle yansıtan Peters harita sistemine dayanıyor. El işi halı dokumacılığı sayesinde Hatoum, coğrafyanın bile insan iradesiyle düzeltilebileceğini gösteriyor. Simon Evans'ın Dünyadan Sonra (2008) adlı çizimi dünyaya yukarıdan bakıyor ve insanların gezegenlerini terk edip yeni yerleşim alanlarından dünyaya baktıklarını hayal ediyor. Evans'ın aksine Kutluğ Ataman'ın Su (2009) başlıklı video yerleştirmesi, ıslah edilemeyene, yabani olana insan elini dayatıyor. İstanbul Boğazı'nın hareket halindeki güzel suları güneşin şavkıyla perdeleniyor.

Claudia Andujar'ın İşaretliler (Marcados, 1981-83) başlıklı fotoğraf serisi, insanların kimliklerinden arındırılabilmesi ihtimaline dikkat çekiyor. Andujar 1981 ve 1983 yılları arasında Brezilya'da Roraima'daki Yanomami yerlilerinin fotoğraflarını çekti. Sanatçı, Portekizce konuşmayan bu yerlileri tanımlayabilmek için, 19. yüzyılda kullanılan bir kimlik saptama yöntemini kullandı ve fotoğrafını çektiği 85 kişiyi üzerinde numaralar yazan kolyeleri boyunlarına asarak işaretledi. Bu akıldan çıkmayan portreler, insanların isim ve milliyetten mahrum edildiği ve sadece anonim numaralara indirgendiği bir dünya yaratıyor. Andujar'ın çalışmasının aksine, Sue Williamson'ın 30 Yıl Boyunca Kalbinin Üstünde (1990) başlıklı çalışması uyruk kullanılarak kimlik okuma kavramına dikkat çekiyor. Apartheid kanunlarına göre Güney Afrikalı siyahların, fotoğraflarını ve şahsi bilgilerini içeren, istihdam durumlarını da belirten kimlik belgelerini her an yanlarında taşıması gerekiyordu. Bu belge, bir kişinin yaşamı boyunca ceketinin iç cebinde taşıdığı, kelimenin tam anlamıyla kalbine en yakın şeydi. Williamson burada bu kimlik belgesinden sayfaların fotoğraflarını kullanarak bir adamın portresini oluşturuyor. Bu kayıtlar, onun "gerçek" kimliği yerine geçiyor. Baha Boukhari'nin Babamın Filistin Vatandaşlığı (2007) adlı çalışması, sanatçının babasının kimlik belgelerinin derlemesini sunuyor. Boukhari'nin babası, uluslar arası çapta tanınan önemli bir mimar olmasına rağmen, kendi ülkesinde ve dışarıda özgürce hareket edebilmek için bu belgeleri daima yanında taşımak zorundaydı. Bu belgelerin biri, İngiliz mandası altındaki Filistin pasaportu. 1924 ve 1948 yılları arasında Filistin yüksek komiseri tarafından verilen bu pasaportlar, İngiliz mandası sona erdiğinde geçersiz kılındı. Bu belgeler, Filistinliler için önemli birer milli kimlik göstergesiydi. Burada yer alan Filistin Hükümeti nüfus kağıdı da vatandaşların daima cebinde taşıması gereken belgelerdendi. Dor Guez Tarayıcı Fotoğrafları #2 (2009-11) serisinde, Filistinli ailesinin etnik kökenlerini incelemek ve sorgulamak için Arapça yazılı pasaportlarının taramalarını kullanıyor. Rula Halawani'nin Mahremiyet (2004) adlı serisi de milliyet ve kontrol kavramlarını araştırıyor. Sanatçı, Filistinlilerin Ramallah ve Kudüs arasında geçiş yapabilmek için kullanmaları gereken Kalandiya kontrol noktasını 9 adet siyah-beyaz fotoğraf ile inceliyor. Halawani fotoğraf makinesini, Filistinlilerin geçiş yapabilmek için İsraillilere belgelerini gösterdiği mahrem ve gergin anlara odaklıyor.

Colter Jacobsen yeni çalışmasında, Felix Gonzalez-Torres'in "İsimsiz" (Pasaport #II) adlı çalışmasından havaya yükselen martıları ve fırtınalı gökyüzünü gösteren bir sayfayı, hafızasını kullanarak detaylı grafit çizimleriyle baştan yaratıyor. Bunun yanında da, sanatçının gerçek kitapçığı temel alarak yaptığı aynı imgelerin farklı bir çizimi bulunuyor. Jacobsen sanat yapıtına el yazması notlar da eklemiş. Bu notlardan biri, James Schuyler'in kaçışla birlikte gelen kayıp ve özgürlük kavramlarına değinen "Hastalıkta Jorge'ye" başlıklı şiiri: "Martıların gölgesinde / sessizce kayarken kumun üzerinde aşk / çekilir içimizden bir kuş gölgesi gibi ya da kaçış arzusu gibi." Lara Favaretto'nun çalışması ise bunun tam tersiyle ilgileniyor: Unutulanlarla. Sahibi belirsiz bavullardan oluşan ve 2005'ten beri devam etmekte olan Kayıp Eşya Bürosu serisi, içinde bulunduğumuz yeni yüksek güvenlik çağında terk edilmiş kişisel eşyaların yarattığı isteriye değiniyor. Favaretto, kayıp eşyaların satıldığı İtalyan demiryolları açık artırmalarına katılarak bu projeye başladı. Sanatçı satın aldığı bavulları yepyeni bağlamlarda sunuyor, hatta bazen kişisel eşyalarla doldurarak ve içeriklerini arşivleyerek onlara yeni senaryolar yaratıyor. Favaretto bu çalışmasında, anonimi özele çeviriyor; buradaki çantalar bombalar yerine hikayelerle dolu.

Claire Fontaine'in neon ışıkları Arnavutça, Ermenice, Almanca, Kürtçe ve Türkçe her yerde yabancılar olduğunu açıklıyor: Her Yerde Yabancı (2010). Bu cümlecik, 11 Eylül sonrası dünyamızda yaşanan isteriye verilen doğrudan bir tepki, bir yandan da aşikar olanı tekrar ediyor: Hepimiz yabancıyız. Rivane Neuenschwander Belirli Bir Mesafeden (Toplumsal Engeller) (2010) adlı çalışması ile, toplumsal engelleri soyutlayarak estetik açıdan göze hoş gelen bir yerleştirmeye dönüştürüyor ve serbest hareketi ve engellemeyi mecazlar olarak inceliyor. Jorge Pedro Nuñez'in Elektrikli Tatlin (2011) yapıtı, Venezüela'yla ilgili konuları ele alan üç kitabı kullanıyor: Venezüela Merkez Bankası (bunun başlığını, yapıtta açıkça görünen kitabın sırtında okuyoruz), Köyler ve Venezüela: Tropik Çayırlar. Kitaplar, genelde elektrik güvenlik sistemlerinde kullanılan kablolara dayanak oluşturuyor. Yapıt, Venezüela gerçekliğinin, özellikle de ülkenin maddeci yöneliminin gündelik yaşamın şiddetiyle taban tabana zıt olmasının bir alegorisi. Elektrik kabloları Caracas'ın her yerinde görülebilir, kamu binalarıyla özel binaları birbirinden ayırır, kamusal alanların çehresini değiştirir ve gündelik yaşama bir hapishane estetiğini dayatırlar. Yapıt ayrıca Vladimir Tatlin'in Köşede Karşı Rölyef (1914) adlı yapıtına da gönderme yapıyor. Meriç Algün Ringborg'ün Tüm ve Eksiksiz Vize Başvuru Formları Kitabı (2009-11) adlı çalışması tüm dünyayı izleyicinin ellerine veriyor. Bu ciltli kitap özetleyici olmaktan bir hayli uzak, çünkü dünya üzerindeki her ülkenin vize başvuru formlarını içeriyor. Kitabın sayfaları karıştırıldığında, dünya vatandaşlığı idealini akla getirmemek, özellikle de sınır ve kuralların saplantı haline geldiği günümüzde böyle bir şeyin mümkün olup olmadığını sorgulamamak imkansız.

- j h/a p